05 Aralık 2023 - Salı

Sonbaharın Bizi Daldırdığı Rüya Geçici

Sonbaharın Bizi Daldırdığı Rüya Geçici

Yazar - Dr. Ramazan Canural
Okuma Süresi: 4 dk.
300 okunma
Dr. Ramazan Canural

Dr. Ramazan Canural

-
Google News
        Aslında geç kalmış bir yazı değil mi bu? 
        Öyle ya  aralık ayındayız.
        Kış kapıda. 
        Ama öyle demeyin. 
        Eski mevsimler mi kaldı Allah aşkına? 
    Hani ilkokulda öğretmenimizin, sınıfın duvarlarına asarak,  “Sonbahar, 21 Eylül -21Aralık;  Kış, 21Aralık- 21 Mart…”  diye bize öğrettiği  o bilgiler, şimdilerde, hepten  yalan  olmadı mı? Eskiye dair bir çok güzel şey gibi…Hiç sormayın.  Artık ne kış kışlığını yapıyor ne de yaz yazlığını… Yazın  kavurucu sıcaklar… ve yağarsa  bile, selin suya karıştığı, eskilerin, “aman  Rabbim afadından korusun,” dediği o  ölçüsüz yağmurlar… kışınsa,  yaşanan o sonbahar mevsimi…
       Ya ilkbaharda yağan o karlara ne demeli?
 Herşey gibi, mevsimler de değişti be dostlar! 
Neyse…
Biz yine sonbaharın sunduğu güzelliklere dönelim: 
Meselâ ne muhteşem bir şarkıdır o…
“Sonbaharın bizi daldırdığı rüya geçici,
Sararan  dallarının çizdiği dünya geçici.
Ellerin böyle sokulgan, nefesin böyle yakın,
Bana dünyaları va’detse de içten bakışın,
O ışık kaynağı gözlerdeki mana geçici,
Sararan dallarının çizdiği dünya geçici.”
Mehmet Çınarlı’ının yazdığı ve  buram buram  hüzün kokan  bu şiirle, Bekir Sıtkı Sezgin’in yaptığı hüzzam  beste  ne de güzel uyum sağlamıştır…
      Şimdilerde artık,  insanın içini ferahlatan o tatlı serinliği  sarı ve  kızılın  bütün tonlarını taşıyarak aheste aheste dallarından ayrılan  o rengarenk  yapraklarıyla  sonbahar mevsimini  yaşıyoruz. 
      Ama sevgili Bekir Coşkun’a sorarsanız sonbaharı, o  size, söyle cevap verecektir:
“Ayrılık mevsimidir bu aylar…
Yazlıkçılar döndüler…
Kırlangıçlar Nil deltasına gitti…
Bu aylarda renk çiçekten ayrılır…
Güneş kumdan…
Menekşe kırmızıdan…
Bahçeler çocuk seslerinden…
Salkım asmadan…
Yaprak dalından…
Bir boş salıncak, rüzgarla terasta sallanır…
Küçük köpek kaç gündür arkadaşı çocuğu arıyor kumsalda…
Arada bir koşuyor kendi kendine…
Koşunca arkadaşı gelecek sanıyor…
Nereden bilsin…
Bu mevsim ayrılık zamanıdır…
Aklında bir hüzzam şarkı…
Bir de ayrılıkların sızısı kalır…
Bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar…”
Sonbahar hatırlanıp da, Ahmet Haşim’i unutmak mümkün mü?
Hani o harika Merdiven şiirini…
“Ağır ağır çıkacaksın o merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak.
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…”
Derken…
Adeta bir  sonbahar  tablosunu hafızamıza nakşetmektedir şair…
    Bazıları, sonbahar sanattır, diğerleri mevsim, derken;  çok insan da , sonbaharı hüzün mevsimi olarak görür. 
Tıpkı Bekir Coşkun gibi…
      Ama ben buna  katılmam.
      Meyve ve sebzelerin bol bol bize sunulduğu ve  yakıcı yaz sıcaklarından kurtularak havaların serinlediği  güzel bir mevsim değil midir sonbahar?
      Niye hüzün mevsimi olsun ki?
      Kendimize sadece altı yedi saat  zaman  ayırabildiğimiz   o kısa yaz gecelerine değişilir mi hiç  sonbahar geceleri? 
      Bu mevsimde ağaçlar, sarı ve kızılın bütün tonlarını taşıyarak   o rengarenk   yapraklarını dökmektedir  ama, bu da bambaşka ve kutlu  bir amaç içindir.
     İlkbahardaki o yeniden bir doğuş ve uyanış için… 
     Böyle bir mevsim neden hüzün kaynağı olsun ki? 
       Her ne kadar:
      “Ben gamlı hazan, sense bahar,
       Dinle de vazgeç…
       Sen kendine kendin gibi,
       Taze bir bahar seç."
       Diye hayıflansa da şair…
      Sevilecek  çok şey bulurum ben  sonbaharda…
       Haksız mıyım?
#
Yorumlar (0)
Tüm Yazıları