30 Temmuz 2024 - Salı

Başa Kakmak ve Diyet Ödemek

Başa Kakmak ve Diyet Ödemek

Yazar - Dr. Ramazan Canural
Okuma Süresi: 4 dk.
279 okunma
Dr. Ramazan Canural

Dr. Ramazan Canural

-
Google News
Karşılıksız iyilik etmek insanı  rahatlatır.  Bir de yaptığı iyiliği sürekli orda burda anlatan ve iyilik yaptığı kişinin başına kakanlar vardır. 
İşte bunlar çekilmez. 
      Kadın mesela; “senin için saçımı süpürge ettim, ama sen nankörsün, hiç iyilikten anlamazsin,” der. 
Erkek aşağı mı kalacak. O da başlar mızmızlığa. “Yemedim yedirdim, içmedim içirdim. Eve ekmek getirip sizleri doyurmak için ne çileler çektim.”
      Velhasıl kelam, karşıdaki insana yapılan iyiliklerin başa kakılması  sürekli onlardan bahsedilmesi, günün birinde bardağı taşırır. 
      Bununla ilgili en çarpıcı hikayeyi okuduğumda sanırım  ortaokulda filandım . Ömer Seyfettin’in “Diyet” adlı hikayesiydi bu.  
      Olay Osmanlı döneminde geçer. Koca Ali hikayemizin kahramanıdır.  Çeliğe çifte su verme konusunda ondan daha iyisi yoktur. Sessiz,sakin, az konuşan biridir. Yeniçeriler onun yaptığı kılıçları kullanmaya bayılır. Çoğu zaman yaptığı işlere karşılık  para bile almaz. Ama işine de aşıktır. 
      Birgün adı bir hırsızlık olayına karışır. Onun asla yapmayacağı bir iş  üstüne yıkılır. Kadı kararını vermiştir. Koca Ali’nin  kolu kesilecektir. 
Onun kolunun kesilmesi demek hayatının sönmesi demektir. Çok sevdiği işi de elinden uçup gidecektir. 
          Kadıya yalvarır:
          “Kolumu keseceğinize kellemi kesin.”
         Kadı’nın kararı kesindir. Hırsızlığın cezası bellidir. “Adamı öldürmüş olsaydın o zaman kellen kesilirdi,” der. “Ama sen hırsızlık yaptın. “
Yeniçeriler devreye girer. Zengin bir ihtiyar bulunur. Hacı Kasap.  O ihtiyar diyeti öderse kol kesilmekten kurtulacaktır. Adamla anlaşırlar. Koca Ali  adamın kasap dükkanında ve çiftliğinde her türlü işini yapacak ve bu işi adam ölene kadar sürdürecektir. 
      Usta bu işe yanaşmak istemez. Ama sonunda zorla ikna ederler. “Adam nasıl olsa yetmişini aşkın. Şurda kaç yıl ömrü kaldı ki…”
      Fakat  ihtiyar  tam bir mıymıntı çıkar. Koca Ali’yi  her türlü işe koşturur. Sürekli de “ben olmasaydım, halin haraptı, kolun kesilecekti,” diye ustanın başının etini yemektedir. 
Sabah böyle, akşam  böyle, gündüz böyle, gece böyle. İhtiyar hep yaptığı iyiliği başa kakarak Koca Ali’yi  iyice bunaltmıştır. 
Aradan bir hafta geçer. 
        Bir gün kasap dükkanında şöyle bir şey yaşanır. Olayı Ömer Seyfettin’den dinleyelim:
        “Hacı Kasap yine dırlandı: Kolunun diyetini benim verdiğimi unutuyorsun galiba. Ben olmasam şimdi çolak kalacaktın. Koca Ali cevap vermedi. Acı acı gülümsedi. Kızardı. 
Sonra birden sarardı. 
Hızla döndü. 
Bilediği satırların en büyüğünü kaptı. Sıvalı kolunu , yüksek kıyma kütüğünün  üstüne koydu. Kaldırdı, ağır  satırı öyle bir indirdi ki… 
O anda kopan kolunu tuttu. Gördüğü şeyin dehşetinden gözleri dışarı fırlayan Hacı Kasabın  önüne: 
-Al bakalım, şu diyetini verdiğin şeyi! diye, hızla fırlattı. Sonra elbisesinin kolsuz kalan yerini sıkı bir düğüm yaptı. 
      Dükkandan çıktı.”
#
Yorumlar (0)
Tüm Yazıları